25 Ocak 2011 Salı

Çocukluğumuzdan hayal meyal hatırladığımız italyan şarkıcı: Raffella Carra

Bizim kuşağın en iyi bildiği ve bir yandan da aslında kimdir nedir hiç bir fikri olmadığı italyanların en ünlü show womanı Raffella Carra geçenlerde bir klibiyle gündemime düştü. Kişisel gündemime. Ben bu kadını çok iyi tanıyorum, her hareketi tanıdık, sesi, gülüşü dansı yürüyüşü ama fakat bu kadın aslında kimdir, gerçekten hakkında bir bilgimiz var mıdır, çalar söyler güler danseder tamam da o yıllarda magazin zayıfmış zaar, tek bir veri yok sepette.

Çocukken sınırlı tv seyirlerimizde tek geçerliliğini ve sürekliliğini korumuş ‘yabancı’ mız, biricik –neredeyse milli- tatlı sarışınımız, Türk milletinin ilk yakın bildiği uzaklık.

Hakkında gugıl mugıl dolanıyorum, kuru biyografiler dışında bilgiler tatsızlık derecesinde sınırlı. Aynı italyancam gibi. Hakkında yapılmış programlar var italyanca bıdı bıdı anlatan ama anlamıyorum. Ne yazıcam ben Rafaella hakkında? Yalnızca onu yazmak istiyorum bir yandan da.

1943 Bologna doğumlu kendisi. Gerçek adı Raffaella Roberta Pelloni. Show ismi Carra. Ne isim bulmuşlar ama! Benim Raffaellam, Ferrari gibi kadın.

1960 yılında da National Film School’dan mezun olmuş. Gerisi yaptığı showlar, tv programları, hit şarkılar ve İtalya, İspanya ve Güney Amerika’da had safhada meşhur olmuş olması. Türkiye’yi saymamışlar bile. Ben ve jenersayonum istatistiğe giremeyecek kadar tıfıl bulunmuşuz haliyle. Aşk hayatına dair tek veri de Sergio Japino adlı beyle 20 yıllık bir beraberlik. Halen beraber tatillere gidiyorlarmış. Budur, bulup bulunabilecek veriler.

Halen beraber tatillere gidiyorlarmış’a takıldı kafam. Evlenmemiş Raffi. Ona da bu yakışır. Çocuk mocuk da yok. Raffi zaten anne olmak için değil Ferrari gibi kadın olmak için doğmuş besbelli. Meğer ne kadar güzelmiş. O çocuk kafamızla anlamadık ama her ekranda gördüğümüzde de bakakalmayı bildik hep. Bu büyük yaşımda bakıyorum da Raffi yaşlanmamış, yaş almış yalnızca yıllar geçtikçe. Ne bitmez tükenmez enerjisinde bir azalma olmuş, ne de o açık ifadeli, tatlı yüzü eskimiş.

İspanyol paça pantalon dedin mi orda duracaksın. Raffi ispanyol paçadan başka pantolon tanımazdı. O koca paçaları savura savura sahneye gelir, üstünde illa ki şıkırtılı bir şeyler olur, sarı renkli gür ve fönlü saçlarıyla ortalığa iki figürü savurduğu gibi sahneyi kaplar size bir oh dedirtirdi. Artık ondan sonra başka bir şeye bakmak mümkünsüzdü. Ses kalitesine gelince dolu dolu, kadın kadın, geniş, rahat bir ses. Yırtınmazdı Raffi şarkı söylerken. Sesi doğal olarak ortamları kaplardı, bağırmadan çığırmadan. Çok da tipik bir ses. Kendine has bir dolgunluğu var. Aynı vücüdu gibi. Dolgun bir vücut ama tek gram fazlalık yok. Hatta çok gençlik zamanı kliplerinde incecik. Bacaklarıyla az aile erkeğini bozmamıştır. Öyle upuzun incecik bacaklardan değil. Baldırlar dolgun bacak türü. Kahkül var bir de en Raffaella özellik. Bazen bir miğferi andıran bazen ortadan ikiye ayrılmış yanlara kıvrılarak fönlenmiş kahkül. Saç rengi 70’lerin sarısı, altın tonunda. Röfle möfle yok. yekpare altın. Kocaman gözler, neşeli ve kadınsı bakan. Tam bir idol. Zaten de biz çocuk halimizle istatistiklere giremedik ama kendisi gay popülasyonunun idolu olmuş tabii, şimdi öğreniyoruz. Hatta diğer gay idolu Gloria Gaynor’la bir düeti var ki kendisi Gloria’yı ister istemez arka planda bırakmiş. Tabiri caizse ezmiş geçmiş yumuşacık, had safhada doğal güçlü enerjisiyle.

Tarzı da showu da çok taklit edildi, Ajda şarkılarını türkçe yorumladı. Raffi her daim orjinal oldu. Bu az buz şey değil. Bir döneme damga vurmaksa buyrun burdan yakın.

Onu seyretmek, şimdi, bu yaştaki bu kafamla seyretmek kalbimi yakalıyor, içime nostaljinin melankolinin her türlü insanı gülümsetirken gözlerini dolduran hissin gümbür gümbür dolmasına sebep oluyor. Çocukluğuma, 70’li yıllara ait renklere, kumaşlara, seslere dair ne varsa hepsi şimdi ve burda taptaze oluveriyor. Orhan Pamuk Kara Kitap’ın bir bölümünde 70’lere ait mankenleri anlatır. Vitrinlere konan cansız mankenleri. Yıllarla birlikte o mankenlerin bedenlerinin, yüzlerinin de şekil değiştirdiğini, ifade değiştirdiğini zamana uyumlu hale gelerek eskimeye başlayan estetikten yavaş yavaş uzaklaştığını anlatır. Ne de güzel anlatır hatta. İnsan anılara, hüzünlere gark olur.

İşte Rafaella da her şeyiyle, yürüyüşünden dansına, bakışından gülümsemesine o yılların posteri gibi. Bizlerin çocukluk, ilk gençlik yıllarımıza ait en naif hallerimizin resmi o. Onu seyretmek kendinin bir yanını seyretmekle aynı. Geçmiş dediğimiz şeyin hiç bir yere geçmediğini, taptaze, her an an bir öpücükle uyanmaya hazır bir prenses gibi ormanın derinliklerinde uyuduğunu hatırlatan. O öpücük Rafaella’nın öpücüğü.

Raffaella halen İtalya’da yaşıyor.
Ben halen A far L’amore Comincia Tu ile dansediyorum.



Petek Erim
Hillsider Bahar 2011 sayısı için

Ocak 2011

20 Eylül 2010 Pazartesi

BİLİNMEYEN YÖNLERİ İLE İNSANLIK TARİHİ-FUAT HOTİNLİ

Mağara devrinde, erkekler ava gidip avlanir yada telef olurken, kadinlar mağaralarda bir arada yaşamaya , günümüzde adina "sosyal hayat" dediğimiz düzeni kurmaya başladilar . Sosyal hayat düzeni kurmak " bir tür sosyal dayanişmayi" ve bir tür "Ortak Kültürü" gerektirdi . Dikkat edin kadinlar bugün dahi kayitsiz bir dayanişma içindedir ve hiçbir erkek bu dayanişmanin içine alinmamiştir , dünyanin en eski medeniyeti olan Kadinlar medeniyeti ve kültürü günümüzde dahi ortaya çikarilamamiştir olabileceği hayal dahi edilememiştir.

İnsanlik tarihi akademik camia da ve dini camiada farkli şekillerde yorumlansa da bu camialarin kökenleri ortaktir, hepsi adina Filosof denen ve felsefe ile uğraşan, bugünkü radikal ayrimin yapilmadiği ancak Aristotales kisaca"Aristo" adinda bir filozofun ortaya çikmasi ile Filozofi zaman içinde iki alt kültüre ayrilmiştir , Din ve Bilim .

Ayrişma süreci düşünerek , inceleyerek , sorgulayarak değil , ani , radikal , devrimci , tatta başinda gönül rizasi ile ama ilerleyen zamanda zorla , adina ne diyeceğimi bilemediğim , düşünce desem değil , farkindalik desem tam olarak o da değil , uyaniklik desem o da denmez ayip olur , neticede ne olduğu belirsiz birkaç "Uyanan" tarafindan ayriştirilmiştir .

Bu ayrişimin tarihi başka bir konuyu alakadar ettiği için burada üzerinde durmayacağim , ancak genede birkaç kanita ihtiyacimiz olacaği için başka bir araştirma konum olan , her ne kadar bilim dinden sonra çikti ya da bilim dinden çikanlarla çikti görünsede " Din mi bilimden Bilim mi Dinden çikti" konulu makalemden bazi alintilar yapacağim...

( Demokrit adindaki son düşünen ve sorgulayan adama kadar filozoflar gece gündüz düşünüp düşünebilmek içinde şarap içermiş .
İşte gene filozoflarin şarap içip düşündükleri bir gün Demokrit önünde duran içi su dolu bardağa bir kaşik şarap konsantresi koymuş . Şarap o devirde küp içinde Akdeniz ticaret yollarindan başka diyarlara nakledilirken az sahada çok şarap nakledebilmek için konsantre edilip çok koyu bir kivama getirilir , nakledildiği diyarlarda su ile kariştirilip içilirmiş .
Günlerden bir gün Demokrit Platon ve birkaç filozof şarap içip düşünürken Demokrit içi su dolu bardağina bir kaşik şarap konsantresi koymuş ancak önemli bir mesele üzerine düşündüğü için şarabi kaşikla kariştirmamiş kendi halinde masada unutmuş ...
Bir müddet sonra bakmiş şarap konsantresi ve su kendi kendine hiçbir mudahaleye gerek görmeden birbirine karişmiş ve ortaya homojen kivamda adina bugün şarap dediğimiz karişim çikmiş ...
Çok hayret ettmiş , uzun uzun düşünmeye hiç gerek duymadan adina bugün mistiksiz dediğimiz ama bir türlü ne olduğunu kavrayamadiğimiz bir durumu yaşamiş , ben bu duruma "Ani içgüdüsel farkindalik durumu" diyorum , zaman zaman başka şeylerde söylesem de bugün bunu diyorum ...

İşte Demokrit bu ani farkindalik durumu ile fark etmişki etrafinda gördüğü ve dokunduğu herşey aslinda çok daha küçük şeylerin biraradaliği . İşte bu çok kücük başka şeylerin bir aradaligi ile insana görünür ve elle dokunulur olan şeylere Madde adini vermiş ve bu Maddeleri oluşturan gözle görülmeyen küçük parçaciklarada bir isim aramaya başlamiş ...
Demişki madem konsantre şarap hiçbir diş müdahaleye gerek görmeden kendiliginden suya karişiyorsa bu küçük şeyler sürekli bir hareket halinde ve demek ki suyun içinde boşluklar var ki şarap konsantresi bu boşluklari doldurabiliyor , en nihayetinde de diyor ki demek ki şarap konsantresi çok küçük gözle görülmez parcaciklardan oluşuyor ve bu parçaciklar suyu oluşturan çok küçük parçaciklarin aralarindaki boşluklari dolduruyor , ben bunlara "Atom" diyeyim diyor ...

İşte göründüğü gibi Atomlar günümüzden 2300 sene önce bugünkü bir türlü ne olduğunu anlayamadiğimiz "demokrasi" ninde babasi Demokrit tarafindan ilk defa fark edilip adlandiriliyor ...
Bu yazdiklarimi okuyan bir bilim adami hiç kuşkusuz ve istisnasiz kafasini biraz havaya kaldirirken burnundan ses getirerek içine hava çekip benim biraz birşeyler bildiğimi ama genede yanildiğimi aslinda Demokritin atomlari değil molekülleri fark ettiğini söyleyecektir ... İşte ben de bu akli evvel bilim adamlarina peşinen cevabimi vereyim akillari başlarina gelsin ...
"Ah benim zeka küpü bilim adamlarim sizin bugün adina molekül dediğinize Demokrit atom demişti ama Aristodan sonra 2000 sene bugün adina molekül dediğiniz ama asil adi atom olmasi gereken ve Demokrit tarafindan fark edilen varliklari 2000 sene inkar edilen sizin adina moleküllerin bileşenleri dediğiniz aslinda atomun bileşenleri deyip başka bir ad vermeniz gereken parçaciklara Demokritin bir şey fark ettiğine ama yalniş adlandirmiş deyip adamin atomuna molekül alt parcaciklarinada atom dediniz utanmadan birde Demokriti küçümsediniz.
Be geri zekalilar şimdi bana vereceğiniz cevabinda cevabi hazir buyrun onuda vereyim ... Diyeceksinizki bu kendini bilmez Fuat denen adam siki bir cevabi hak ediyor ... bana verebileceğiniz tek mantikli cevap şu "Demokrit bizim moleküllerimizi ilk fark ettiğinde bunlari Maddenin en küçük bölünemez parçaciklari olarak tarif etti ve adina atom dedi halbuki biz onlari zaten biliyorduk ve adlarina molekül demiştik hatta moleküllerinde alt parçaciklari var onlarada Demokritin kalbi kirilmasin diye atop diyelim bari dedik" diyeceksiniz ...

Bende size "peki o zaman milattan önce 300 mü daha eski yoksa 1911 hatta 1945 mi daha eski tarih diye soracağim ". Adam daha sizden 2300 sene evvel maddenin en küçük parçasi Atom demiş bir tek yerde yanilmiş bölünemez diyerek yanilmiş be salaklar sizde Demokritin atomunun alt parçaciklara bölünebileceğini 2000 yil sonra fark ediyorsunuz bir de adina bulduk diyorsunuz utanmadan da adini değiştirip molekül diyorsunuz kendi fakettiğiniz alt parcaciklarada atom diyorsunuz "... Şimdi size kafanizin basacaği bana da hak vereceginiz kilit sorumu soruyorum "Günümüzde daha 50 sene evvel bölünemez dediğiniz ve Demokritle ayni hatayi yaptiğiniz halde sonunda adini Demokritten çaldiğiniz atomlarinda bölündüğünü hatta neredeyse sonsuz alt parçaciktan oluşabileceğini fark ettiniz , o zaman neden onlarin en küçügüne atom demiyorsunuz başka isimler veriyorsunuz ..." İşte bunun için Demokrit sizden 2300 sene önce muazzam bir farkindalik yaşamişti eğer arkasindan Aristo gelip "Atom diye birşey yoktur her şey hava ateş su ve topraktan oluşmuştur" diyerek 2300 sene 1911 hatta 1945 şe kadar Atomun varliği inkar edilmiştir ... )

Sözde alintim kisa olacakti olamadi , her ne ise , Tarih ; incelenen sonrada yorumlanan bir dal olduğu için ve kanita ihtiyaç hissettiği için , elle tutulan , gözle görülen , yazilip çizilebilen bulgularin ötesine gidip düşünülebilen , hayal edilebilen ve fark edilebilen konulari içeremez. İçerdiği konular Arkeolojik buluntular ve yazitlardir belki biraz daha fazlasi ama Tarih hayal edilemez hayali bir tarih uydurulamaz işte bu nedenle görüş açisi da görebileceği derinlikte kisitlidir .

Aydin insanlari zannedersinizki hakikaten aydin çünkü olaylara geniş açidan bakarlar perspektif sahibi yani bir derinliği olan düşünen insanlardir.
Halbuki Aristodan sonra düşünen insan yoktur, yerlerini didişen insanlar almiştir.

Düşüncenin ne olduğunu oturup düşünürseniz adama Piskopat derler , derler çünkü düşünenen insan fark eden insandir , sakincalidir , çünkü bir gün birilerinin hiç istemediği bir şeyleri fark edebilir ... İşte bu sebeple güç iktidar ve tahakküm edip yönetmek için azinliklar çogunluklari düşünmeyin inanin ve itaat edin baskisi altina almiştir ...
Hiç dikkat ettiniz mi adina Avrupa birliği dediğimiz ve girmek için götünü yaladiğimiz ama bir zamanlar uğruna ne canlar verdiğimiz topraklarimizi korumak ve özgürlüğümüzü kazanmak için istiklal savaşi yaptiğimiz ve istiklal marşimizda adina Tek dişi kalmiş canavar dediğimiz birlik bugün bize neleri dikte ediyor ....Ve bugünkü büyüklerimiz nasilda boyun eğiyor ...acaba hangi akla ve neye hizmet düşüncesi ile?

Konu fazla dallanip budaklansada aşik Veyselin misrasinin çogulu " Uzun ince bir yoldayiz gidiyoruz gündüz gece ..." , zannedilirki aşik Veysel kör olduğu için hayati görmeden, ve gittiği yolu bilmeden gittiği bir yol gibi tarif ediyor .... İşin asli bu değil . Aşik Veyşel o kadar çok şeyi bir arada fark ediyorki buna misralarinda "Uzun ince bir yol" diyor ... İlerde neleri fark ettiğini gündelik hayatimizhan beşeri ilişkilerden ve vesaire benzerliklerden örnekler ile açiklamaya çalişacağim.

Şimdi asil konuma geri dönüp gine bir yerlerde konuyu karman çorman etmemeye, daldan dala atlamamayi umit ederek ana konuma İnsanlik tarihinin bilinmeyen yönlerine, dünya nüfüsunundaki kadin sayisi kadar kanita rağmen bir türlü fark edilemeyen "Kadinlar medeniyeti" hakkinda önce bir hayal gibi başlayan ama yavaş yavaş günümüze yaklaştikça bir gerçeklik kazanan insanlik tarihinin bilinmeyen yönlerini sizlere anlatmaya başlayacağim .....

Hamdolsun biz erkekler için o günler artik geçmişte kaldi diyerek anlatmaya başliyorum :

Mağra devrinde , erkekler ava gidip avlanir ya da telef olurken, aslinda ilk "Yaratilan" olan "Kadinlar" barinak olarak seçtikleri mağaralarda bir arada toplu yaşamaya ve günümüzde adina "sosyal hayat " dediğimiz düzeni kurmaya başladilar ... Sosyal hayat düzeni kurmak bir tür "sosyal dayanişmayi" ve bir tür " ortak Kültürü" gerektirdi ... Dikkat edin kadinlar bugün dahi kayitsiz bir dayanişma ve ortak bir kültürel mirasin paylaşimi içindedir ve hiçbir erkek bu dayanişmanin ve bu kültürün içine alinmamiştir .

Dünyanin en eski medeniyeti olan "Kadinlar medeniyeti" ve kültürü zaman içinde inkar edilmiş ve günümüzde bir zamanlar böyle bir medeniyetin var olabileceği dahi ne hayal konusu nede kabul edilebilir yada caiz görülebilir olmamiştir... Belki bugünün demokrasisinde hayal etme cesareti gösterilebilsede hicazet alabilmesi düşünülemez.

Dikkat ederseniz yukarida "kadinlarin kültürleri gereği " dedm , burda bir amacim var eğer " Doğalari gereği" deseydim bütün bunlari yazmamin bir manasi kalmazdi, çünkü doğanin kurallarini değiştirmek bizim elimizde değil doğanin elinde biz ancak kültürümüzü değiştirebiliriz, ilerde anlaşilacaği gibi aslinda kadinlarin bugünkü "davraniş biçimleri" onlarin tabiati gereği yada doğalarindan ötürü değil , ilk çağlardaki yaşam koşullarinin gerektirdiği bir tür "Toplu halde bir arada mağaralarda yaşama zorunluluğundan " gelmektedir.

Biraz daha derin düşünürsek bir şeyin farkina variyorsunuz , insanlik tarihinin ilk çağlarinda kadinlar mağaralarda toplu halde yaşarken geliştirdikleri "sosyal hayat düzeni" o ğünün şartlari olan toplu halde, şiddete baş vurmadan, düzen içinde yaşayabilmek için zaruriydi ...
Ancak bugünün şartlari o günlerle kiyas edilemeyecek kadar değişmiş olsa da kadinlar neredeyse her gün bir arkadaşlarinin evinde toplu halde toplanip ayni cilali taş devrindeki atalari gibi sosyal davranişlar sergilemeye devam etmektedir
İlerde yazacaklarimda göreceksiniz, kadinlarin yaşam koşullari muazzam bir değişim göstermiş olsa da aralarindaki sosyal dayanişmada hiçbir değişim gözlemlenememiştir .

Zorunlu bir "Bir arada olma"yi gerektiren mağara devrinden kalma bu sosyal dayanişma alişkanliği "bir aradaliğin kaçinilmaz sorunlari" olan, hayatlarini idame etmek için ihtiyaç duyduklari tüketim mallarinin paylaşiminda zaman zaman çikacak çatişmalari önlemek için aralarinda kavga etmeden, birbiri ile boğuşmadan , saç saça başbaşa olmadan ihtiyaç malzemelerinin paylaşiminda çikacak sorunlardan tutun, cinsel ihtiyaçlarini karşilamak için kullandiklari ne varsa kavgasiz dövüşsüz ve birbirlerine arkadaş dost görünerek paylaşabilmeleri için zaruri olan bir sosyal dayanişma biçimiydi , bir çeşit " Töre" idi .
Zaman içinde gelişen "Kadinlik Töreleri" cilali taş devrinde doruk noktasina ulaşarak bir tür "Töre sanatina" dönüştü .

Bugünün kadinlarinin yaşam koşullari cilali taş devri ile kiyas edilemeyecek kadar değişmesine rağmen, o devrin gereği olan " Kadinlik Töreleri"" neredeyse hiçbir değişikliğe uğramadan ve hatta cilali taş devrindeki şartlar gereği olan acimasizliğini aynen koruyarak günümüze kadar geldi. Ben size bunun tarihini kisaca özetlemek ve bu tarihin içinde kadinin ve erkeğin yerini anlatmaya çalişacağim .

Yaratan ilk kadini yaratti kadina hizmet etsin diye de önce maymunumsulari sonra maymunlari ve diğer hayvanlari otlari böcekleri vesairleri yaratti .
Her ne kadar bugün bile ileri zekali bilim adamlari "Yumurtami tavuktan tavukmu yumurtadan çikti" sorusuna cevap veremesede hatta akillari sizin sorduğunuz bir soru ile karişinca "Canim bu yumurtami tavuktan tavukmu yumurtadan çikti sorusu gib birşey" deyip zeka seviyelerinin düşüklüğünü ört pas etselerde aslinda ben size işin aslini anlatayim .
Hiçbir tereddüte mahal olmayacak bir sebep ile "Tavuk Yumurtadan çikti" diyorum

Tabiat yada adina ne derseniz deyin Yaratan yada "O" hatta Ta"o" bile diyebilirsiniz herşeyi öyle bir zeka ile yarattiki bizim içinde bulunduğumuz evreni bile "O" nun bildiği bizim bilemeyeceğimiz sonsuzluğun ne içinde nede dişinda ama bize kendini fark etmemizi sağlayacak bir "ipucu" ile yaratti .

Dikkat edin tabiatta gereksiz yere kullanilmiş hiçbir malzeme yoktur yaratilan her şey çok ince hesap edilmiş ve hiçbir şeyi ziyan etmeden gerekenden ne az ne de fazla , tam gereken kadar ve yaratmak için en ekonomik olan bir hesaplama ile yaratilmiştir ... Neticede evrende ne boşyere nede ziyanlik olsun diye var olan hiçbir şey yoktur .

İşte bu sebep ile yaratan önce en ekonomik olani yumurtayi yaratti eğer tavuğu yaratsa hem ekonomik olmazdi hemde bize bir ipucu vermezdi . İp ucu dediğim şey yaraticinin dehasi ve bu ip ucu bizi öyle bir yere götürüyorki yaraticinin herşeyi bir şeyden içinede bir zeka koyarak yarattiği farkindaliğina götürüyor .

Aslinda yazip yazmamakta tereddüt etsemde biraz dana hayalgücümüzü zorlayabiliriz.. İnsanlik tarihinde büyük buluşlar bildikleri yada ezberledikleri üzerine düşünüp hesap kitap yaparak değil , bildikleri ile hayal kurarak farkedilmiştir (bulunmuştur).

Neticeler pek önemli değildir parametrelere göre değişir , ama farkindaliklar parametreler ne olursa olsun netice ne olursa olsun "farkedilene" kadar ve "fark edildikten sonra" mutlaktir değiştirilemez ... Bu kafadan spontane attiğim cümle pek anlaşilir olmasada bende okuduğumda anlayamasamda banada sizede bir şeyi "fark ettirebilir" işte asil anlatmaya çaliştiğimda zaten bu .

Eğer yaratan önce bir ağaç yaratsa idi bir manasi olmazdi ama önce bir tohum yaratip içine de kendi yaratici zekasini koyarsa bir manasi ve bir amaci olur. Bir tek mutlak vardir diğerleri mutlak değildir hatta fizik kurallari bile plank sabitinin altinda geçerliliğini yitirir tek gerçek yaratanin zekasidir. Aslinda yaratan ile zeka ayni şeydir onun için ne gökte nede yerde değil farkindaliklarin içindedir .
Neyse , bilim adamlari ile din adamlarinda ortak bir nokta görüyorum . Din adamlari senelerce dünyanin evrenin merkezi güneşinde dünyanin etrafinda döndüğünü iddia ettiler , son yüzyillarda en azindan dünyanin güneşin etrafinda döndüğünü kabul etselerde yaratanin herşeyi İnsana hizmet etsin diye yarattiği fikrini hala savunuyorlar . Düşünsenize 14.5 milyar işik yili derinliği olan bir evrenin neredeyse %99.99999999 nini yaratan işe yaramaz atil bir saha için harcamiş bütün bunlarida biz tam akilli ve yarim akillilar için yapmiş .

Bilim adamlarina bakiyorum , onca şeyi farkedebilmelerine rağmen büyük fedakarliklar ve çabalar göstermelerine rağmen onlarda aklin evrende birtek İnsanda olduğuna inaniyorlar .(biraz biraz şimdilerde acaba demeye başlamalarina rağmen ).

Halbuki ister mikro biyoloji , ama özellikle nöroloji vesairenin sağladiği bilgilerle hayal kurup düşünürseniz biz insanlarin yada hayvanlarin bir merkezi sinir sisteminin olduğunu bununda kontrolünün gene sinir hücrelerinden oluşan boyboy ve sinir hücresi sayisi büyük ölçeklerde ama çokta büyük değil farkliliklar gösteren beyinlerden oluştuğunu biliyoruz .

İnsan adina neokorteks dediğimiz ve olmassa akil da olmaz zannedilen birçok hayvandan ama hepsindende değil oldukça gelişmiz bir beyne sahip dünya üzerindeki bir memeli türüdür .
Fazla uzatmadan , neticede önemli olan beyin hücrelerinin nöronlarin sayisi ve aralarindaki karmaşik iletişim ağlari olan sinapslardir . Evde beslediğiniz bir hayvani incelerseniz pek fak edemezsiniz çünkü onu sürekli kendiniz , kendi kapasiteniz ile kiyaslayarak incelersiniz ama evinizde iki hayvan besler ve onlarin kendi aralarindaki ve sizle olan davranişlarini incelediğinizde düşünerek hareket ettiklerini ve kendi hayatlarini idame ettirmeye fazlasi ile yetecek kadar bir zekaya sahip olduklarini göreceksiniz .

Malesef bilim tarihinin talihsiz yillari diye adlandirdiğim bir zamaninda o devrin bilim adamlari aşiri bir kendini beğenmişliğe megalomaniye kapilmiş aşaglayabildikleri neredeyse herşeyi aşağilamiş birbirlerini dahi ve birtaneside demişki "Bilim ulaşabileceği en son noktaya vardi bunun ötesi olamaz" tarzi bir söz söylemiş ve bu bir müddet kabul de görmüş .

İşte o devirlerde Pavlov adinda biri tutmuş köpekler üzerinde bir deney yapmiş , bir köpegi tasma ile bağlamiş önüne bir zil koymuş ve her zil çalişindan sonra yemeğini vermiş .Günlerce tekrar ettikten sonra bir gün gene zili çalmiş ama köpekciğe yemek vermemiş ondansonrada bakmiş köpeğin ağzi sulaniyor kuyruk salliyor vesaire yemek verileceğini zannediyor ... İnanabiliyormusunuz bu gözlemlediği durumu bu Pavlov denen gerizekali nasil yorumlamiş , "Hayvanlarda zeka yada akil yoktur şartli refleks vardir" ...

Bilimin öne sürdüğü hiçbir şeye isyan etmiyorum ama buna inanilmaz bir şaşkinlik ile isyan ediyorum ....Ulan ayni şartli refleksler bütün hayvanlarda ama en çok İnsanda var , şartli refleks aşagilanacak bir durum değil aksine zeka belirtisinin düşük düzeydede olsa bir kanitidir . Şartli refleks biz insanlar dahil bütün hayvanlarin yaşamsal varliklarini sürdürmelerinde hata hayatta kalma mücadelelerinde olmaz ise olmaz bir önemede sahiptir . Ayrica ayni deneyi bir insandada yapsaniz ayni sonuçleri alir kendinizi şartlandirip herhangi bir uyaran ile bir zil sesiyle eğer karniniz aç ise ağzinizin sulandiğini gözlemlersiniz , ben kendimde denedim ... Hatta hiç böyle bir deneyi yapmaniza bile gerek yok çok aç oldugunuzda bir yemek yada yemeği hatirlatan bir obje gördüğünüzdede dikkat edin ağziniz sulanir bir an önce yeme isteği ile bir sabirsizlik hali yaşarsiniz ...

Aslinda en büyük şartli refleks insanda var hiçbir hayvan körü körüne birşeye inanmaz hayvanda refleksi oluşturan ortam bir müddet belki biraz uzun müddet ortadan kaldirilirsa hayvaninda bu refleksi ortadan kalkar ..
Ancak dünyada bir tek insanda oluşan şartli refleksler değil bir insan ömrü asirlar geçse ortadan kaldirilamamiştir , çocukluktan başlayarak adina eğitim dediğimiz ezberleme ve sorgulamadan kabul etme ile zaman içinde düşüncenin aslinda en sakincali şartli refleks olan önyargilar alir , belli bir yaştan sonra neredeyse gündelik hayatimizdaki her şey şartli refleks olur ama biz düşündüğümüzü zannederiz . Hiçbir düşünce içinde hayal gücü yoksa düşünmeye değmez .

Bazen neyi niçin yazdiğimi unutuyorum , bu Pavlov gerizekalisini ben niye yazdim !.....

Zekadan bahsediyordum ondanda niye bahsettiğimi unutmak üzereyken hatirladim: bilim adamlari din adamlari arasindaki benzerlikten bahsediyordum .

O zaman kisaca özetliyeyim çünkü kafam karişti .... Düşünüyorum "Yaratan herşeyi İnsana hizmet etsin diye yaratti" diye düşünen bir kafa ile "Evrende (hadi daha mütevazi olsun diye Dünyada) “Akil yalniz İnsanda vardir " diyen bir kafa nasil oluyorda birbirlerine mankafa diyebiliyor ?
Toplumla siradan vatandaşin arasina bu derece mesafe koyup dini bilgi ve yorumunu hatta lisanini ancak kendisinin dogru okuyacağina ve yorumlayacağina inanan ulema takimi ile toplumla arasina akademik bir duvar ören ve ancak eline akademik bir diploma verdiği ve belli bir konuda düşünmesine ve söz sahibi olmasina müsade ettiği insanlara bilim adami diyen bir kafa nasil oluyorda birbirlerinin kafa yapilarini beğenemiyor .

Tabii bütün bunlarin böyle olmasinin arkasinda bir mantik yok değil , her zaman azinliklar çogunluğu yönetmiş ve üzerlerinde belli bir baski oluşturmuştur,
Neticede hiçbiri aptal olduğu yada başka bir özürlerinden değil fazla uyanik ve zeki olduklarindan Dünya adindaki bu küçük gezegende develer böyle güdülüyor ..
Lafi uzatip anlaşilabilirliğini yada kabul edilebilirliğini sulandirmadan bir yalniş dokuz doğruyu götürmeden develer özgür iken siçanlar berber iken olup bitenleri anlatmaya geri döneyim .

Sanirim yaratan en zeki ve en ekonomik olan yururtayi içini herşeyi olabilme bilgisi ile donatarak yaratti , gerisini bu her şeyi olabilme bilgisi şekillendirdi . Diyebilirizki yaratan (bir anda) bir herşeyi olabilen yumurta yaratti ... Aslinda atom alti fizikçiler bu yumurtaya giden yolun izini sürüyor . Buğün bile atom ve atomun altindaki parçaciklari hayal ederek düşünürseniz aslinda yumurtada çikan tavuğun 14.5 milyar işik yili önceki atalari parçaciklar ile hatta fotonlar ile karşilaşirsiniz .
Araya sikiştirmak istediğim bir şey var , bazi arkadaşlarim bazi kitaplar okumuş sözde foton çağina girmişiz yeni doğan çocuklar foton çaği çocuklariymi vesaire şeylere inaniyorlar çok üzülüyorum ...
Bütün bunlarin sebebi bilim adamlarinin toplumla aralarina ördükleri duvari kaldirmayip meydani şarlatanlara birakmalarinin neticesi .Kendileride büyük zarar gördükleri halde üstün konumlarindan taviz verip bilgiyi topluma yaymaktansa elinde tutmayi tercih ediyorlar...

Hepimiz ilk okulda birinci sinifta ilk matematik dersinde zorla defterlerimizin arkasinda olan çarpim tablosunu ezberleyerek matematik öğrenmeye daha doğrusu matematiği ezberlemeye başladik ve bütün egitimimiz boyunca öğrendiğimiz herşeyi aslinda öğrenmedik ezberledik ... O dönem ben bu duruma itiraz ettim ve ilk okul üçüncü sinifta sinifi yönetmenlikteki 38 zinci madde ile geçtim . Babam yillar yili benim 38 zinci madde ile sinif geçmem ile alay etti , hiç sesimi çikarmadim mazur gördüm çünkü babam önemli bir bilim adamidir tabiki ancak bilimsel düşünebilir .
O dönemde ilkokullarin sinif geçme ile ilgili yönetmenliğinde " İlk okulda sinifta kalma yoktur " diye bir madde vardi meşhur 38. madde ...
Bende madem böyle bir madde var neden onca şeyi ezberleyeyim nasil olsa si.. si... beni bir üst sinifa geçirecekler diye düşündüm ve kafama göre takilip başka işlerle uğraştim ...

Bugün genetik bilimi ispat ettiki bütün canlilarda adina "kök hücre" dedikleri bir hücre yada bir tür yumurta var ve bütün uzuvlarimiz bukalemun gibi uzuvdan uzuva degişebilen bu kök hücredeki bilginin ete kemiğe bürünmesi neticesi oluşuyor (aslinda bukalemun bile gören gözler için bir tür işaret bir tür ipucu ).

Fark edebilene, yaratanin yumurtasinin içine yerleştirdiği bilgiden envai çeşit atomlar , elementler , yildizlar , gezegenler, moleküller, hücreler vesaire oluşup daha doğrusu tekamül edip sonunda insanlik tarihinin başina yani ilk insan yumurtasina bu yumurtadan çikan ilk insan olan kadina geldik.Neticede nasil tavuk yumurtadan çikti ise kadinda bu ilk insanlik yumurtasindan çikti , biz erkeklerde oldukça uzun süren kadinin tekamülü neticesinde aşaği yukari taşdevrinde analarimizin yumurtalarindan çikmaya başladik .

Şimdi bütün bunlari bir kenara birakip asil meseye Tarihte erkegin yerine geri dönelim.

Gelişim süreci içinde tekamül eden kadinlar farkli variyasyonlari denerken , ve mağralarda toplu halde yaşadiklari dönemlerde , bir arada yaşamanin sakincalarini ortadan kaldirmak için ihtiyaçlarin saç saça başbaşa kavga etmeden paylaşimini sağlamak için geliştirdikleri , bir çeşit "sosyal dayanişma hukuku" yada gelenek görenek halini alan adina "Kadin töresi" de dediğim kurallar manzumesini geliştirip bağlilik yemini ettikten sonra o dönemde mağralarinin dişinda ortalikta dolaşan gün içinde avlanip avlarini kadinlarin mağralarinin yakinlarinda toplayan adina bugün "erkek" dediğimiz "yarim akilli" hayvanimsilari evcilleştirip işlerine yarar hale getirdiler .

Önce "yarim akilli hayvanimsilara" avlayip topladiklarini mağralarinin içine taşimayi öğrettiler . Sonra bir şeyi fark ettiler , baktilarki o döneme kadar ihtiyaçlari olan ama ihtiyaçlarini bugün adina "maymun" dediğimiz hayvan cinsinin atalari olan "maymunumsulardan" karşiladiklari bugün adina "penis" dediğimiz organin bir benzerinin bu yarim akilli hayvanimsilarda da olduğunu fark ettiler .
Kadinlar bugün adina "erkek" dediğimiz bu "yarim akilli hayvanimsilarin" buğün adina "penis" dediğimiz organlarini fark edince bir taşla iki kuş vuracaklarini anlayip bu hayvanimsilari zaman zaman mağralarina almaya ve evcilleştirmeye başladilar .
Dikkat edin insanlik tarihine, geliştirdikleri dillerde bile cinsiyete göre adlandirma yalniz sütünden yada çükünden faydalandiklari hayvan türlerinde vardir , mesela Kadin Erkek , İnek .okuz , sütünden yada çükünden fayda gelmeyen yada daha faydalanilmayan hayvanlarin adlari tektir başina istenirse dişi konur , mesela köpek(dişi köpek) , balina vesaire dişisinede erkeğinede ayni ad verilmiştir.

İşte biz erkekler kadinlar için daha kullanişli olduğumuzun keşfedilmesi ile ve kadinlarin o güne kadar bugün adina penis dediğimiz organi tedarik ettikleri maymun goril vesaire gibi hayvanlardan vazgeçip bizi evcilleştirmeye başlamasi ile insanlik tağrihindeki yerimizi almaya başladik ...Dikkat edin kadinlar bugün bile ayi gibi, goril gibi, yada maymun gibi erkeklerle hiç rahatsizlik hissetmeden çifleşebilirler .

Bugünün erkekleri o dönemde bildikleri tek şeyin avcilik olduğu taş devri zamaninda kadinlarin gündelik ihtiyaçlarini karşilamak için avci toplayici bir hayvan türü olan ama ayni zamanda "yarim akli" ile "tam akilli" kadinlara en yakin tür olma özelliğini gösteren bu "yarim akilli hayvanimsilarin" evcilleştirilmiş halidir .

Bu hayvanimsilari kadinlar sosyal hayatlarina evcilleştirmek ve çaliştirmak için alinca ortaya bir problem çikiyor , önce bu yarim akillilara bir ad takiyorlar "Erkek" ... O devirde kadinlar zaten "Kadin" olduklari için aralarinda birbirlerine adina bugün "isim" dediğimiz ama o devirde ne dendiğini bilemediğim her kadin için değişik bir ses ile hitab ederlermiş . Anlayacağiniz kadinlarin birer isimleri biz bugünkü erkeklerinde ortak bir ismi varmiş o da "Erkekler" .

Günümüzde dahi erkeklerin isimlerinin olmasi kadinlar için pek bir şey ifade etmez , gölnümüz olsun diye ara sira bize isimlerimiz ile hitap ederler ...
Böyle olmasinin nedeni yukarda yazdiklarimdan anlaşilacaği gibi erkeklerin isimlerinden ziyade kadinin gündelik hayatinda işine yarayip yaramayacağidir . Eğer bir kadin bir erkeğin işine yarayacağini düşünüp gündelik hayatina aliyorsa ismi ile hitab eder , hatta ona "hayatim" diyede hitap edebilir aslinda "gündelik hayatçim" bir nevi gündelikçim demek ister.

Neticede erkekler kadinlar tarafindan gündelik ihtiyaçlarinda kullanilmak üzere evcilleştirilmiş bugünde bu evcilleştirilme işlemi adina ev ,kat , daire , yali yada malikane dediğimiz tesislerde devam etmektedir . Bu bahsi geçen tesisler kadinlar tarafindan ihtiyaçlari doğrultusunda dekore edilir .

Bir kadin işe aldiği erkeğe , emeğinin karşiliğini veriyormuş gibi bir ödeme yapar bu ödemenin adina da "Vermek" der ...Halbuki kadinlar vermez doğalari gereği her zaman alir , biz "yarim akillilar" kadinin "vermek" dediği aslinda üretkenliğine yada cinsel tatminine yarayan ve bizim iliklerimizi boşaltan bu "alma" eyleminin vermek fiili oldugunu zannederiz halbuki "vermek" fiili ile alakasi olan bir kelime değildir "almak" fiilinin kadinca şifrelenmiş halidir , bilirsiniz kadinla her şeyi tersinden ifade etmeyi sever ....

Anlatmaya çaliştiğim bir erkekğin her zaman bir kadin tarafinda işine yaramak kaydi ile işe alindiği erkeklerin zannettiği gibi sevilmek için seçilmedikleridir. Zaman içinde sevselerde hayatlarina aliş sebebi öncelikli olarak sevgi değildir .
Bir kadin için sevgi denen şey önce kendine sonrada çocuğuna karşi hissettiği önce kendi varliğini sonrada çocuğunun varliğini sürdürmek için ihtiyaç duyduğu motive edici kuvvettir. Bu motive edici kuvvet fiziksel bir kuvvet değil adina bugün ego dediğimiz kavramsal bir kuvvettir .

Önemli bir konuda kadinin kendisini ve "benim çocuğum" dediği çocuğunun ve barinaginin ihtiyaçlarini karşilamak yada barinaği yok ise erkeğinkine yerleşmek ve erkeği burda çirak çikardiktan sonra her türlü ihtiyacini karşilamak için çaliştirmasinin karşiliği olarak " vermek " denen kaşikla verip kepçeyle alma ödemesini dahi adina naz dediğimiz kaytarmalarla aybaşi denen dönemlere sarkitip o dönemdede regl oldum bahanesi ile ay başi olduğu için erkeğin kazancini yada maaşida elinden alarak verme ödemesinide azaltarak yada yapmayarak yada başkalarina yaparak , erkeği cezbetmek için üzerine giydiği ve suratina orasina burasina sürdüğü maddelere o erkek için artik gerek görmediği için özen göstermemesi hatta hiç önem vermemeye başlamasi ile erkek başka kadinlar tarafindan avlanmaya müsait bir ruh haline gelir , neticede bir gün bir başka kadin bu hedef aldiği erkeğe hiç hissettirmeden " başka kadinin erkeğini kapma" operasyonunu erkeğin asil ait olduğu kadinin alakasizliği yüzünden girdiği bunalimdan da faydalanarak, adina da "Erkek çapkinliği" denen kadinlar için erkeğin işlediği en ağir suç sayilan ama aslinda "Kadin törelerinde" yada düzenbazlik sanatinda adina "kadinin orospuluğu" denilen ve "kadin törelerinde" suç teşkil etmeyen hatta teşvik edilen bir av partisine erkek av olur . Aksi taktirde hiçbir kadin bir erkegi başka bir kadina kaptirmaz . Bir erkek ait olduğu kadinin bonkörlüğünü görür ve bilirse kadin o erkeğe bol bol verirse hiçbir erkek başka bir kadina kolay kolay yem olmaz .

Dikkat edin kadin evlenene kadar erkekten bu gerçekleri ustaca gizler , bunun böyle olduğunu büyüklerinden ve atalarindan öğrenmiş olan erkek kadina olan sevgisini aşkini beraber yaşama arzusunu kadinin evlilik sonrasi ani değişimi ile güzel günlerin biteceğini bildiği için evlenme olayini mümkün olduğu kadar geciktirmeye çalişir çünkü bilirki o kadindan göreceği bütün güzellikler imzayi attigi güne kadardir. (İstisnai kadinlar vardir , zaten onlarin erkeklerini hiçbir kadin kapamaz ).

Şimdi gene biraz eskilere gideceğim , kadinlar "yarim akilli" hayvanimsilara önce avladiklari yiyecekleri mağralarina getirmeyi öğrettikten ve maymun goril vesaire gibi hayvanlari birakip adina bugün erkek denen evcileştirilmiş hayvanimsilarin adina bugün penis denen organlarindan da gündelik hayatlarinda faydalanmaya karar vermeleri ile ortaya bir sorun çikmiş , hangi kadin hangi hayvanimsininkini kullanacak hangi hayvanimsininki daha büyük hangisininki daha küçük , doğacak çocuk hangi hayvanimsidan ... vesaire bir çok problem çikmiş .
Dikkat edin kadinlar bugün dahi bir araya gelince bu mevzulari konuşurlar demek ki daha tutarli bir sistem bulamadilar .

İşte mesele de burdan çikiyor , kadinlarin adina buğün erkek dediğimiz evcil hayvanimsilarin penis denen organlarini aralarinda pay edememeleri hepsinin en büyük yada en sertini istemeleri ama doğacak çocuğun geleceginin ve o zaman adina mağra denen bugün adina ev dedikleri barinaklarinin bakimini üstlenecek adina "çocuğumun babasi" dedikleri erkek ile adina bugün sik yada penis denen organ arasinda bir seçim yapamamalarindan ...

Bu meselelerini bir hukuka bir türlü bağlayamamalari neticesi aralarinda çikan anlaşmazliklari aralarinda çözmek içim hayret verici bir yöntem geliştirmişler .
Aralarinda gizli bir anlaşma yapip bir karar aliyorlar , her kadin bir diğerininkini cani çekerse elinden alabilir , Erkeğini elinden aldiği kadina erkeğini kaptiran kadin orospu diye hitap edebilir bir şeyden habersiz kaçirilan zavalli erkeğede çapkin diye hitap edebilir (ancak kadinlar arasinda orospuluk suç değil ama mağdur durumdaki erkek çapkinlik ile suçlanir ) . Aklinizin hayalinizin alamayacaği bir kültür bir sistem hatta bir tür töre ....

Dikkat edin tek başiniza bir bara gidin kadinlarin pek fazla alakasini çekmezsiniz ama yaninizda bir yada birkaç kadin olur ise ( aslinda hiçbir erkeğin yaninda kadin olmaz kadinlarin yalarina aldiklari yada sokulmalarina izin verdikleri erkekler olur) hedef olursunuz çünkü başka kadinlar sizde işe yarar birşeylerin olduğunu anlar . Kimi zamanda kadin özellikle kendi işine yaramayan erkeklerin de yaninda boy göstermesine müsade eder çünkü asil amaci karşi tarafi yaniltip onun erkeğini ele geçirmektir yada karşi tarafin erkeği ile olan bir hesaplaşmasidir .

Kadinlar bu muazzam sanati geliştirirken erkekler ne yapmiş , taşlari cilalamiş , düşünsenize ben bugünden değil cilali taş devrinden bahsediyorum , kadinlar zaten cilali taş devrinde bu sanatin doruğuna gelmiş ve bugüne kadar hiçbir kuvvet kadini o doruktan aşağiya indiremiş . İşte bunun için "erkekler ne yapmişiz taş cilalamaktan başka" diyorum . erkeklerin sosyal gelişimi o kadar taş cillamaya kadar gelişmişler ötesi yok . (Sosyal zeka ile teknolojiyi birbirine kariştirmayin) bu açiklamayi mağlum belki erkekler anlamaz diye yapiyorum.

Belki alet edevat yapmişlar teknoloji geliştirmişler askeri sanayi kurmuşlar vesaire buğünkü teknolojik düzeye bunlar erkeklerin işine yariyor diye gelinmemiş .... Sanayide çalişan insanlarin %80 ni direk kadinlarin tüketim maddelerinin üretiminde çalişiyor , geri kalan otomobil , tekne vesaire sanayileri de neticede kadinlari etkilemeyebilmek yada erkeklerin oyuncak ihtiyacini karşilamak için . Hangi erkek süper yati yada kati içinde kadinsiz oturmak için alir ... Bir anda kadinlarin yok olduklarini hayal edin geride kalan erkekler önce bir taş devri dönemi yaşar sonrada tarih sahnesinden silinirler . Ama erkeklerin yok olduğunu düşünün kadinlar dayanişma kültürleri ile ve bizden üstün zeka yapilari ile bir çikiş yolu bulur .

Meselenin bir boyutu zaman içinde kadinin yaninda zeka seviyesi gelişen erkeklerin kendilerini bir şey oldum zannetmeye başlamasi ile başliyor . Ama genede hiçbir erkek zekasi kaba kuvvet dahi kullanmayi denese kadini sanatinin doruğundan indirememiş , aksine dahada güçlendirmiştir
.
Herşeyin iyiye ve doğru olana doğru ilerlediği bir tarih diliminde kendini kadinlar kadar akillandim zanneden erkekler arasindan Aristoteles adinda erkeklerin en salaği bir adam çikiyor o güne kadar zaten var olan insani bir özelliğin içini boşaltip , erkeklere düşünmeyi unutturup , düşünmek yerine körü körüne kabullenmeyi gerektiren adina "Mantik" dediği bir bok çikartiyor ve düşünmeyi , ara nüanslari , detaylari , paradoklarin bir aradaliğini vesaire ortadan kaldirip biz erkekleri eskisinden de aptallaştiriyor kadinlarin adina "Düz mantik" dediği ve hakli olarak asla itibar etmedikleri bir mantik ile düşünmeye mahküm ediyor . Aristodan günümüze erkeklerin yarattiği vahşete bakin göreceksiniz .

Kadinlari "düzenbazlik" sanatinin doruğundan indirebilmek için biz yarim akilli erkekler dinleri uydurduk , tabi ki Allah var , bunu zaten insan içinde hissediyor ama tutupta Allah bir erkek ile konuşurmu !
Biz salak erkekler dinleri icat ettip yok efendim Allah benle konuştu dedik , bütün amacimiz kadinlari doruktan aşağiya indirip kendimizle bir seviyeye hatta daha aşağiya indirmekti , İnceleyin dinleri başindan sonuna kadinlara yapilan baski erkeğe fazla bir şey yok en fazla cehenneme gideriz , ne fark eder zaten cehennemde değilmiyiz . Hangi erkeğin etrafinda huriler var ama bütün kadinlarin etrafinda pervane olan erkekler var .( Ah biz erkekler bir akillana bilsek bizde aramizda kararlar alabilsek greve girebilsek , kadinlar lokavt ilan edip bizi işten atabilirlermi bize aliştiktan sonra maymunlara geri dönebilirlermi . Ama neme lazim kadindir bunlar sevgililerini birakip eski sevgililerine dönebilirler .)

Neticede hiçbir dinde erkeğin korkacaği bir şey yok bütün korku ve baski kadina yapilmiş çünkü amaci ilahi bir bilgiyi ifşa edip insanliğa öğretmek değil , biz yarim akilli erkeklerin kadinlari bulunduklari doruktan aşağiya indirme çirpinişimiz . Ne oldu , indirebilen oldumu , münkün değil , zaten indirmeninde bir manasi yok , birakin orda kalsinlar ... Asil yapilmasi gereken bu değildi didişerek bir neticeye varamayiz , ancak hepimiz önce insaniz diyebilirsek yada kadinlar bizimde artik insanlaştiğimizi kabul ederse belki ...

Şimdi türban takan kadinlar dindar olduklari içinmi takiyor bir kismi evet ama başka bir kismi fettan ve düzenbaz oldukari için takiyor , ben bir ara aciyordum ah şu kadinlara bir desem ki yahu takmayin şu türbani , ne günah işlerseniz işleyin ne fark eder zaten sizin cennette bir yeriniz yok ki , yani bir kadin cennete gidince etrafinda huri gibi erkekler olmayacak ki , siz zaten cennetesiniz görmüyormusunuz etrafinizda huriler gibi pervane olan erkekleri , burakin bu salakliği , çikarin türbani cennetin keyfini yaşayin .. diyecektim ama sonra anladimki bu türban meselesinde benim aklimin ermeyeceği kadinsi bir fettanlik ve düzenbazlik var, iyisimi bulaşma bu da elinde patlamasin dedim . Onun için susuyorum .......

Sözde ben bir kadinin bana oynadiği oyunu fak ettim ne olacak bu kadina bir laf eden olacakmi , ağlar yada bir sinir krizi geçirir " Yilan beslemişim evimde" falan filan der diğer kadinlarda bana " Ayip ettin Fuat kizcağizi çok üzdün " der olur biter , zannediyormusunuz bir kadin çikipta bu kadina sen bizim Fuatimiza neler yapmişsin ayip etmişsin der . En fazla diyecekleri "Aman kizim biraz dikkatli ol bizim gizli sanatimizi bu şekilde deşifre etme lütfen" ...

Sonumu öyle bir yerde görüyorumki gözümün önüne "Biçak sirti" filminden sahneler heliyor . Biçak sirti filmide insanlar var birde insanlarin kendilerine hizmet etmek için geliştirdikleri genelde dört ila beş yil kullanim süreleri olan insana bire bir benzeyen hümanoitlerin zaman içinde içlerinde yazili olan yazilimdaki sanal duygulari gerçekten hissettiklerini zannetmeye başlamasi programlarinda olmamasina rağmen duygusal acila ve duygusal coşkular yaşamaya başlamalari aşik olmaya sevmeye bağlanmaya ve hayatlarini yaşamak istemeye başlamalari . Aancak ömürlerinin kisitli olmasi 3 ..4 sene olmasini bildikleri için giriştikleri insan gibi yaşama mücadelesini anlatiyor .
Beni etkileyen son sahnede bütün bu dugusal isyanin başini çeken hümanoidin yüksek bir binada kendini imha etmeye gelen polis ile boguşurken binadan düşmek üzere olan polisin bilegine yapişip ağir çekimde yukari çekmesi polisi kendisinin özlemini çektiği hayatin içine geri almasi ama kendisi feda edip binadan düşmesi ve ölmesi...
Filmin bu sahnesinde dekor renkler gerçekçilik mükemmeldi , kurtardiği insanin yerine kendi hayatini feda eden hümanoit asili tutundugu yerden kendini aşağiya boşluğa birakmadan polisle duygularini anlatti ve son sözü beni çok etkilemişti " It is time to go " ...

Bu filmi birkaç kadin arkadaşima seyrettirdim filmin tamaminda duygusal anlar olmasina rağmen son sahne dahil hiçbir yerde en ufak bir göz yaşi gözlemleyemedim . Anladimki içimdeki yalnizliği hiçbir kadin hissedemeyecek ...

İşte biz erkeklerde kadinlar tarafindan evcilleştirilirken zaman içinde çikan ihtiyaçlara göre eğitildik , içimize vicdani ve merhamet duygusunu koydular .
Hiçbir kadin bir erkeğin hissettiği vicdan acisini içinde hissedemez , vicdan azabi çekme duygusu erkekeğe eğer ona verilen görevleri unutur hizmetine girdiği kadini ve kadinin çocuğunu birakip gitmesin diye erkeklerde geliştirilen bir duygudur , istisnalar olsada bu böyledir . Merhamet duygusuda erkeğe aslinda kadina ait olan ve kadinin çocuğum dediği çocuga ve kadina üzerine düşen insani sorumluluktan çok daha fazlasi ile hiçbir karşiliğini görmeden hatta sürekli sorumsuzlukla suçlanarak katlanabilmesi için kadinlar tarafindan evcilleştirilme süreçlerinde hipnoz yolu ile aşilanmiş bir duygudur .

Ancak ayni Biçak sirti filminde olduğu gibi zaman içinde bu aşilanmiş sanal duygular aşilandiği miktardan çok daha fazla bir vicdan ve merhamet duygusuna ve erkekte kadinin aslinda umrunda bile olmayan babalik duygularina dönüştü . Bütün bu gelişmeler zaman içinde erkekte kendinin de bazi haklari hukuklari olduğu kadinlarla eşit haklara ve hukuklara sahip olduğu duygusu yaratti ancak buna bir karşilik bulamayinca kaba kuvvete baskiya ve şiddete baş vurarak ve aslinda hiçbir karşiliği olmayan parayi icat ederek ve kontrolünü eline alarak zaman zaman hak etmediği bir gücede kavuştu ancak bu defada eskisinden çok daha fazla güçlenerek kadinlarin "Töreleri " yada "sosyal hayati yöntme sanatlari" yer altina inerek kendileri için dahi tehlikeli olabilecek sonuçlar doğuran bir tür "sosyal düzenbazlik sanatina " dönüştü ...

Zaman zaman kadinlar erkeklerdeki vicdan azabi duygusuna benzer görünümde duygular yaşarlar ama bu vicdan azabi değil pişmanlik duygusudur aralarinda hiçbir benzerlik yoktur .
Kadinlar pimanlik duygusunu genelde hizmet dişi biraktiklari ve bu esnada hizmetlerine aldiklari yeni erkekten memnun kalmazlar ise keşke eskisini işten çikarmasaydim diye düşündüklerinde hissettikleri histen çok başlarini ağritan ve adina pismanlik denen "bulanik mantik " ve "matematik" ile açiklanabilecek zihinsel bir durumdur , bir duygu değildir . Hissedilen duygular genelde yan etki düzeyindedir ve kisa bir müddet sonra etkisini kaybeder . Hiçbir kadin çok arzu etse de merak edip birde bunu denesem desede bir erkeğe karşi vicdan azabi çekemez bu onun kültürüne aykiridir .

Yavaş yavaş bu bölümün sonuna geliyorum . Zaman zaman etrafimdaki kitapçilarda " Erkekler marstan Kadinlar venüsten " tarzi kadin erkek üzerine yazilmiş kitaplar görüp hayret ediyorum . Ne manasi var diye düşünüyorum ve bunun için oturup bunlari yaziyorun . Akli evvel yarim akilli akademik camianin altina siğinmiş muhallebi çocuğu bir erkek çikip , benim bu yazdiğimda bir mantik hatasini bulduğunu zannedip sakin ola " Bak buna rağmen sende yaziyorsun" gibi bir cümle kurmaya kalkmasin , anlamadi ise bu yukaridaki üç beş satirin içindeki mantiği anlayana kadar defalarca okusun .

Yaşlanmiş erkeklerin , bir kadinin işine yaramayacak duruma gelmiş bir erkeğin neden gitmeyi değil kalmayi tercih ettiğini düşünüyorum . Zannedersem zaman o raddeye geldiğinde gitmek ile kalmak arasinda bir fark olmuyor .
Bu çok yaşlanmiş yada yaşlanmiş erkeklerin hala hayatta kalmalarinin asil nedeni arkalarinda onlari hayatta tutan bir kadinin olmasidir . Genelde bu kadin karilarindan ziyade karilarinin çocuğu olan "kizlari" olur , zannedersem bir tek kiz çocuğunun içinde babasina karşi bir vicdan duygusu bir merhamet duygusu bulunabiliyor ...
"Erkek adamin erkek çocuğu olur " diyen toplumlardaki erkekleri incelerseniz kiz erkek ayirimi yapmayan yada kiz çocuklarina önem veren toplumlardaki erkeklere nazaran genelde aşiri killi vucutlari ile insandan ziyazde hayvanimsi atalarina benzeyen erkeklerin çogunluğu teşkil ettiği topluluklaridir yaş ortalamalarida kiz çocuğa önem ve değer veren topluluklardan düşüktür .

İşte bir erkeğin kadinlarin dünyasindaki yerini aklim el verdiği ölçüde yazmaya çaliştim , bu gerçeğin adina ben "Büyük Yalnizlik " diyorum ...


**************

Kadinlarin zekasindan bahsetmişken birde erkeklerin ne kadar aptal olabildikleri üzerine yaptiğim bir çalişmadan bahsedeceğim.

Bir gün bilimsel bir makale okudum şaka değil son derece saygin bir bilim dergisinde bir makale hatta bütün dergi kadin ve erkek genetiği üzerine , yapilan bütün genetik araştirmalar sonucunda kesin ve net bir şekilde anlaşiyorki , zeka , yani bizim beynimizin oluşumu X kromozomu sayesinde , erkeğe ait Y kromozomunun zeka ile hiçbir alakasi yok yani biz erkekler hepimiz yarim akilliyiz çünkü XY kromozomunu taşiyoruz , kadinlar tam akilli çünkü XX kromozomunu taşiyorlar , bundan daha büyük bir kanit olabilirmi ...

Yalniz dikkatimi birşey çekti baktim bu araştirmayi yapan bilim adamlarinin tamami erkek , madem öyle mutlaka bir yerde bir salaklik yapmiş olmaliyar diye dahada derinlemesine araştirdim sonunda makalede bir satir buldum .

Bu satirda diyorki , "kadinlarda zekayi temsil eden X kromozomundan iki tane olmasina rağmen bu kromozomlar birbirini bastirir onun için kadinlar erkeklerden iki misli zeki olmaz" . Aradiğimi bulmuştum bir erkek kim olursa olsun isterse alim olsun hiçbir işin bir yerinde bir salaklik yapmadan bitiremez . Ben kendi hayatimdan biliyorum ömrümde hiçbir ilişkimde bir salaklik yapmadiğim olmadi.

Şimdi bakin, bir erkek yüksek düzeyde bir zekaya sahip olsada , X kromozomunun zekayi temsil ettiğini bulsada bir türlü kadinin zekasini kabullenemiyor , efendim X+X 2X eder ama birbirlerini bastirirlar onun için bir kadin en fazla bir erkek kadar zeki olur diye bu kadar önemli bir buluşun , hemde kendi karyerinde onu yüceltecek bir buluşun yorumlanmasinda bir salaklik yapiyor .

Oturdum CNRS se bir mektup yazdim, Ulan madem herşey matematik diyen siz bilim adamlari 1 + 1 = 2 diyorsunuz neden Xzekayi temsil ettiğine göre iş kadin zekasina gelince X + X 2Xolmuyor ? Kadinzekasi + Kadinzekasi = Süperzeka diyemiyorsunuz .
Bu yazdiklarimi CNRS tekilerin kafalari almaz diye ilk okul düzeyi bir örnek verdim .
Dedimki , Sarkozinin cebinde bin lira var Sarkozinin cebine bir bin lira daha koyarsam Sarkozinin cebinde kaç lira olur ?
Bir kafatasinin içinede 1 ölçek zeka var ise ben bu kafatasinin içine bir ölçek daha zeka koyarsam bu kafa tasinin içinde kaç ölçek zeka olur ?
Bun sorulari yazip gönderdim hala bir cevap gelmedi , her halde proton hizlandiricida meydana gelen ariza ile uğraşiyorlar vakit ayiramadilar...

...işte böyle , biz erkekler kadinlarin zekasini bir türlü kabul edemiyoruz , cebine para koydukça cebindeki para artiyor ama kadinin kafasina zeka koydukça hiçbir şey değişmiyora inanacak kadar yarim akilliyiz .Aslinda tabi inanmiyorlar mesele kadinin üstün meziyetlerini bir türlü kabul edememek.

Bu bilimsel makaleyi okuduktan sonra yarim akilli olduğumu öğrenmekten hiçbir rahatsizlik hissetmedim aksine sevinçten ve heyecandan havalara uçtum .
CNRS se gönderdiğim mektubun cevabini beklerken hazir kimse beni işe almadi bir sevgilim yok boştayim , bende bir işe yarayayim en azindan bir saha çalişmasi yapayim diye düşündüm ...

Malum biz Türkler farkliyiz standartlara pek uymayiz genelde elalem bulur sonra "Zaten bu bilmem kaçinci yüzyilda ilk Türkler tarafindan bulunmuştu " diye ortaya çikariz .
Zannedersinizki herşeyi biz Türkler bulmuşuz sonra diğerleri bulsun diye bir yerlere saklamişiz . Ancak hiçbir şey zannedersem ile olmuyor belkide bir hakikat payi vardir diye hazir Türkiyedeyim çikip bir saha çalişmasi yapayim dedim ...

O zaman gene Bodrumdaydim firladim evden sahilde erkek arkadaşlarimin tavla oynadiği buluşma mekanimiza gittim , baktim erkek arkadaşlarim ciddi ciddi tavla oynuyor , hemen okuduklarimi arkadaşlarima anlattim bilimsel olarak kadinlarin bizden zeki olduklarini biz erkeklerin genetik yapimizdan yarim akilli olduğumuzu vesaire tarihten örnekler vererek büyük bir kurtuluş şavaşi kazanmiş hevesi ile anlattim ve sonunda bu bilginin ne işe yarayabileceğini açikladim .

Dedimki madem biz erkekler kadinlardan yana dertliyiz hepimizin kiçina bir kadin kaçmiş bir daha bir kiz arkadaşimiz olur ve düzenbazlik eden birileri olmaz bir ilişki yaşarsak peşin peşin söyleyelim "Sevgilim ben bir erkeğim ve doğal olarak yarim akilliyim onun için bu ilişkinin her bokunu sen yönet hangi kadinla konuşacağimi kimden uzak duracağimi vesaire her bokunu yönet ama sorumluluğunuda üzerine al " ... ve yan gelip yatalim ...
Hayret ettim sanki ben bunu Bodrum gibi bir hayat okulunda değilde Konyanin köy kahvesinde söylüyorum , hepsi neredeyse bir besmele çeker gibi , şöyle bir bana bakti " Yahu birak Allah aşkina olurmu öyle şey" dedi....Anlatabiliyormuyum biz erkekler ne kadar yarim akilliyiz ....

Bir söz vardir "İnsanin başina ne gelirse ya meraktan ya yaraktan gelir " diye , biz erkekler zannederiz ki bu söz kadinlara nasihat olsun diye söylenmiş , halbuki asli astari yoktur aksine bu söz erkekler için söylenmiş , Düşünsenize eğer kadinlar bizim penisimizi işe yarar bulmasaydi , sosyal düzenlerinin içine almasaydi şimdi biz paşa paşa huzur içinde avlanip toplamaya yada en fazla taş cilalamaya devam edecektik .
Bazen dağlarda yaşayip eşşek si.. adamlari anliyorum . Karanlikta ne fark eder ha kari si..sin ha eşşek ... Bizi doğanin içinden kopartip adina medeniyet dedikleri evcilleştirme işleminine tabi tutmalari eşşeklik değilmi .

Fuat Hotinli- tarih belli değil. Sanıyorum 2 sene önce başlayı vefatına kadar sürekli yazdığı bir yazı.

18 Eylül 2010 Cumartesi

KENDİNİ ASAN BİR ARKADAŞIN ARDINDAN

9 EYLÜL 2004 PERŞEMBE

Her gün aklımda Sascha...Onun pırıl pırıl gülen gözleri, yampirik gülümsemesi, zehir gibi zeki ve komik gözlemleri- canım Sacha... Bazen onu derin derin düşündüğümde katıla katıla ağlasam da rahatlasam diyorum. Ama ağlamıyorum. 'Son an'ını sık sık tümüyle hissetmeye çalışıyorum, içim burkuluyor. Ama onun burkulmamış belki de. Ya da öyle delicesine burkulmuş ki dayanılmaz olmuş. Birbirimizi ne çok sevdik kısacık zamanda Sascha'cık.
Şapır şupur öpüşürken Sybil'le, tanıdım ben onu. Geçen yıl 2003 Aralık'ta. O yılbaşını Viyana'da hep birlikte geçirdik. Gittiğiğmiz partide pencereyi kapatırken şık parke zeminde makosen ayakkabılarıyla kaya kaya yaptığı dans figürlerine bakışım hala aklımda. Koluna girmem yürürken ne hoşuna gitmişti, çıkarınca kolumu -kapıyı açmak için- eliyle işaret etmişti tekrar git der gibi. Kapıdan içeri girerken Richie'ye 'komm jetzt boxör' demesi, tatlı tatlı gülmesi.
Ertesi gün St.Marxer mezarlığına gitmemiz. Resimlerimiz var. Mezarlıklarda ister istemez ölümü düşünüyoruz, geçiciliğimizi. Birlikte mezarlığa gittiğimiz tek arkadaşımız. Şimdi bir mezarlıkta. Onun sıcacık ve çaba dolu, give up etmemek için tutunacak bir şeyler arayan deli gibi hassas ve zeki varlığının artık bu şehirde olmadığını her gün ama her gün düşünüyorum.
Sascha'cık, seni ne çok sevdiğimi(zi) şimdi daha iyi anlıyorum. Umarım bir daha bu kadar acı çekmek zorunda kalmazsın. Umarım şimdi senin olduğun tarafta bir gün yine buluşur partiler kutlarız. Sahi nasıl o taraf?
Yoksa yine bu taraflada bir yerlerde misin? Bizler hangi taraftayız?
-------------------------------------------------------------------------

Bu akşam: 19 Eylül 2010
gecenin bir vakti uyku tutmayıp kalkıp , günlüğümden rasgele açtığım sayfada karşıma çıkanlar. Merhaba Sascha'cım. Bugün artık 2010 oldu. Viyana'da kendimi tekrar evimde hissetmemde senin sıcacık kalbinin önemini hiç unutmayacağım. Ben de artık döndüm eve. Eğer senin olduğun yerden başka böyle denecek bir yer varsa.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Sürdürülebilir şekilde üzgünüm


Hasta oldum sonunda. Basbayağı şifayı kaptım. Oksürüğümle, boğaz ağrimla, halsizliğimle hiç bir başka hastadan eksiğim yok. Dun Yoga egitimi vardi, bu havalarda Istanbul’da kalmamin en muhim sebebiydi. Patladi bu vesileyle..Yarısında zor ciktim dersten, tum gun tum zamanli uyudum.
Once yoga studyosunda, sonra evde aksama kadar ve aksam da sabaha kadar. Hala da uykum var. Bu sabah tek umudum iyilesmis kalkmakti, olmadi, hala hastayim.
Bir de evde ozel ders ogrencimi bekliyorum. Kendisine geldiginde uyuyalim mi demeyi hayal ediyorum.
Kedim Marlon son gunlerde adeti oldugu uzre gecenin bir vakti pencereden atlayarak giriyor, agzinda yari canli bir cekirge. Cekirgeyle hem oynuyor, oldurmuyor, hem de maw diye bagirtilariyla beni uyandiriyor. Hapşıra aksıra kalkip yari canli cekirge yakalayip ikisini de bahceye atmak varmis kaderimde. Hayvan dusmani profili ciziyorum gunlerdir. Cok sinirliyim Marlona. Beni hic anlamiyor.
Uzgunum de. Boyle halsiz oldugum icin, yalniz oldugum icin, kafam kazan bedenim kepce oldugu icin. Bugun de var egitim. Ne yaparim ne ederim ne etmeliyim, orasi da sicak oluyor. Hem de kalabalik. Hem de zor. Bazen ne zor.. Bari bir seyler okuyayim. Kaan Sezyum Oh yes alindi. Kafa bassa okurum. Uzgunum iste. Hastalik uzgunlugu. Dunya uzgunlugu. Kisisel olamiyor bile tam olarak. Surdurulebilir yasam konularindan konusunca Ece’yle, her daim oldugu uzre baska turlu baska baska yasamali ama ne nasil icerikli düşüncelerimle üzgünüm..bunca karmaşık oldugum icin, üzgün olduğum için üzgünüm.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Neydik Ne Olduk-80'lerden Gunumuze bir Irdelem


80'li yillarda gencligini yasamis olan ben jenerasyonu 2010’lara geldigimiz bu yillarda ne haldalar? Isvicreli bilimadamlarinin incelemesi gereken bir iceriktir aslinda kendisi. Ama yapamayiz dediler. Gecen konustum, onlar da zor durumdaymis.
Gezegenimizdeki son 20 yilda yasanan kulturel, teknolojik, cevresel, zihinsel, ruhsal ve politik degisimler oyle boyle boyutlarda degil. Bizler bundan 20 sene once gencligimizin tifil doruklarinda cirit atan ve ustelik bugunlerde halen hayatimizin ortalarinda bulunan bir nesil olarak sasakalmis haldeyiz. Kimse inkar etmeye kalkmasin. Cunku sanki her sey cok normalmis gibi davranmaya calisan ve bana bir sey olmadi laylay lom diyip geceleri yataginda sessiz sessiz aglayan bir surumuz oldugunu biliyorum. Cunku neden? Bize bir sey olmamasi mumkunat disi da ondan. Olanlari serbest cagirisim yoluyla anlatayim: Bir kere “bizim zamanimizda” klise tamlamasiyla giris yapacagim bu ve bundan sonraki cumleler dizisinde bahsedilen zaman sadece ve sadece 20 yil oncesi. Oyle atla deve degil. Yalnizca bu zaman diliminin kisaligi bile travmatik veri tabanidir, bu bir. Bu 20 senede iletisim olayinda atlanilan cigir malum, cep telefonuydu internetti, biz bunlar olmadan buyuduk ve genc olduk. Simdi hicbirimizin nasil yaptik da oyle grup halinde ordan oraya gezebildik, nasil irtibat kuruyorduk ev telefonlarini arayarak, ve cogu zaman aradigimiz kisiyi evde bulamayarak diye akli almiyor dogal olarak. Bence baska turlu bir duyarlilik hakimdi bunyelerimize. Baska turlu bir iletisim vardi simdi hatirlayamadigimiz, ruhumuzun da beynimizin de toptan unutmus oldugu. Su anki halimizle o gunlere donsek kimse kimseyle bulusamaz artik, sudan cikmis baliga doneriz. Yeteneklerimizi caldilar bizden. Sebekeler bagimli, mobil yeteneklerle kandirdilar.

Ben mesela o gunlerde kendimi bugunlerde oldugundan cok daha sosyal ve entegre-her seyin icinde hissederdim. Simdi bunca tantanayla tumden kopmus haldeyim. Baglantiliyim her seye guya ama yalandan. Bu bal gibi ortada. Tam da herkesin oldugu gibi. Evet, nerde, neler olmus bitmis, ne var, kim, hangi su bu her seyi biliyorum da is mi bu simdi…Hisler ne alemde ona bakalim asil. Hisler ucmus halde hemen onu soyleyeyim. Ben ve apayri oldugum bir dunya var karsimda. Beni bir basima birakmis olan bir dunya. Icerisi ve disarisi tutmuyor birbiriyle. Kopuk. Disarisi laylom icerisi panik. Burda olayi kisisellestiriyorum, bireysel dert tasalarima daliyorum sanilabilir. Haaayir efendim, katiyen degil. Tamamen jenerasyonel konusuyorum, bilincliyim, guzelim. Bilin ki bu yazi boyunca her ben dedigimde biz diyorum, biz dedigimde de ben diyorum. Her nedense oyle yapiyorum. Okurken yani o acidan seedin/

Iletisimde boyle tepetaklak olmusken dunyalarimiz, zihinsel fonksiyon bazinda degisimler de kacinilmaz. Cunku neden? cunku insanlik tarihi her buyuk iletisim devriminden sonra ciddi zihinsel degisim gostermis bir insandir da ondan. Yani beyinlerimizin calisma hali ve sekli degismekte, degisti, degisecektir. Bizler de bu degisime girmis bir nesil olarak eh o kadar da hayatin basinda degiliz, ne guzel tam yasi basi alip yayilacaktik koselerimize ne oldu, hoppala dunyanin isi cikti basimiza. Interneti ogren, websiten olsun, su ve bu..Interneti ogrenle is bitse iyi, bunun acilimlari var: hayati ordan idare et, sosyal, kurumsal, duygusal, entellektuel ve biresyel hayati…E oldu mu bu simdi. Biz boyle mi gorduk. Sabah kalkardik cay icer peynir ekmek yerdik. Sadeydi hayatlarimiz. Sonra iki sohbeti vardi gunun gecenin. Bir yayilmasiydi, rahatiydi bugun ne yapsam’i vardi gunlerimizin. Issizlik gucsuzlukle alakali olmayan, cok is guc hatta dert tasa olsa dahi varolan bir rahatlik hali, gonulden gevseklik vaziyetiydi o. Simdi ara ki bulasin o rahatlik hissini. Rahatimiz bozuldu, evet, tam da bu oldu. Sacmalama simdi daha rahatiz diyorsaniz demeyin.

Mesela bu habire esinle dostunla kafelerde bulusmalar da yalan ben soyleyeyim. Bu rahatlik falan degil.
Oyle café mafe de yoktu ki eskiden her adim basinda. Yine de simdi o yalan cafelerde gecirilen yuzlerce bos saatten daha samimi birkac saat gecirilebiliteli bir pastane, muhallebici, restaurant bir ne bileyim birsey vardi. Farkindayim dedemin zamanindan bahseder gibiyim, daha da fenasi dedem bile daha daha olumlu bakardi eminim simdilere ama ben dayanilmaz bulmaya basladim elimde degil. Bir kere café kulturu bize ait degil, tepeden inme modeliyle adapte ettik. Bir Paris’teki, Viyana’daki gibi cafelerde yuzlerce senedir oturmuslugumuz, gazeteleri okumuslugumuz, gunlukler yazmisligimiz, saraplar icip derin sohbetler etmisligimiz yok. Tarihsel bapta yok. Yok yani. Gidip salata kahve tuketip, iki lafin belini kirip kalkiyoruz, ve dunyanin parasini oduyoruz bu kisa ve her anlamda hafif olmasi gereken olaya. Cafe dedigin sosyal ayirim olmaksizin herkesin yararlanma olasiligi olan/olmasi gereken bir olusumdur, sehirsel. Oyle evde ettigin kahvaltinin aynisina ve muhtlemel daha fenasina cuzdanindaki butun parayi cikarip verdigin bir sey degil. O nedir oyle? O da yanlis yunlus bodoslama girdi dunyamiza iste. Hic olmadi. Hep rahatsiz hep eksik..ne sekil olsa olmuyor, ne renge boyasan tutmuyor. Kirk senedir bildigimiz kahvehaneler bile sisinip acayip fiyatlara bir bardak adi turk cayi verir oldular. Yazinin konusu sapmasin, derdimiz pahalilik degil, degisim. Daha cagdas ve mikemmel olduk sanrisiyla bizlere yutturulan degisim adli rahatsizliklar.
Bizler Nisantasi hamamabocekli Ilyas’ta bulusan nesil mensuplari simdiki duruma bakip ah ne de modern ve hijyenik olduk demeyelim, cok rica ediyorum. Kurban olayim ben ilyas’in hamamboceklerine. Pis nostaljiye girdim, cikiyorum. Analitik, bilimsel olmaliyim. Cok da eskilere bakip ah vah diyerek yasayan biri olmadigim icin de bu yaziyi yazma cesareti gosteriyorum. Duygusal bosluklara dusmeyip isi dogru kotaricam. Eminim. Benimle kalmaya devam edin.

Ilyas’a devam. Benim yas grubumda Istanbul’da buyumus kim varsa o Ilyas adli muesseseyi bilir. Cunku o zaman simdi varolmus olan ismi ustunde varos semtlerimiz olmadigi icin herkes su anda sehir merkezi denen muhitlerde oturur, uc asagi bes yukari ayni yerlere gider, gezer ederdi. Bir Anadolu yakasi bir Avrupa yakasi vardi enn ayirimsal ozellikte. Otesi yoktu. Otesi baska sehir demekti. Sehirlerin arasi kapanmamisti. Ve oranin da buranin da nereye gidilecegisi belli idiydi. Oyle Beylikduzu’nde bir kanatci varmis nefismis muhabbeti olmaz-olamazdi. Bu kus bakisi gorunebilir hareket tarzinda sehirde kendini buyukce bir mahallede gibi hisseder ve bir tur hissi veriyle ayni frekanstaki arkadas ve es dostunla cep telefonsuz da gorusebilir, orda degilse surda gorurdun. Bu ne buyuk luksmus bunu o zamandan bilmek mimkin degildi.

Peki sevgili isleri nasildi, nerde nasil bulusur hangi sekilde zaman gecirirdik. Ve en onemlisi nasil bir guven duygusuyla hareket edilirdi de o sevgili cep telefonuyla aranamadigi halde ben yokken neler ediyor acaba paranoyalarina girilmezdi. Genelliyorum olayi, tabii ki giren vardirdi bunu konusmaya gerek yok. Bunlar cok enteresan seyler, bilmeyen anlamaz. Sevgi neydi o zaman, ya simdi ney?
Iki kisi o zamanlar birbirini begenirse beraber takilirdi, ismi cikmakti. Bu konuda oyle cok uzun dusunup tasinacak bir sey yoktu. Rahatca takilirdin, sevgilim derdin kim bu diye soran olursa. Iliski korkusundan altina etmezdi kimse. Artik tutuculuk seviyesine gore iliski nasil seyler icerirdi o farklilik seederdi ama asil onemli konu iki kisinin beraber olmasiydi demek istiyorum ilk once. Son derece basitce. Yani harbiden beraberdi bu cikan kisiler, kalben, beynen. Ve daha da enteresan olani bu beraberliklerin net olmasi disinda 'guvenli' olmasiydi. Bilirdin kimle oldugunu, ya da olmadigini. Simdiki zamanda saltanat suren yarim yamalak ‘iliskimsi’ formati henuz olusmamisti. Tabii ben de biliyorum simdi de var bu beraber olma halleri ama o zaman cok vardi. Bu kadar cok yalniz ve genc insan yoktu. Kendi sanal ve/veya reel ortaminda bir basina tek tabanca takilan, takildikca takilan insan turu henuz ervimlesmekteydi. Ayrica simdi beraberce icleri gecmis, baymada tavan yapmis ama her nedense ayrilmakla da ugras(a)mayan, baska bir seye usenmekten dolayi devam etmekte olan iliski turu de yoktu- cok sukur. Bizler bu tarzi benimsemis ve yasamis olan kisiler bugunlere gelindiginde debim debim debelenmekteyiz. Kendini evliligin saglam gozuken bulanik suyuna atmamis olanlarimiz veya bosanmis olanlarimiz bu iliskimsi’ye uyum saglamaya calisip darman duman olmaktalar. Bu ne yaa diyorum bu duruma dogrudan. Hic tat almiyorum. Bu yazi bir gecmise ozlem agiti degildir.

O zamanlar ne iyiydi de simdiler kotu degil. Iyisi bunlardi, kotuleri de vardi.
Mesela bilinc halimiz feci sigdi. Universite zamani geldiginde her bir zat ayni seyi okumak isterdi. Kafa tamamen doldurustan calisirdi. Eger ki 1 yasindan itibaren ne istedigini bilen ve bunun pesinden kosan ve en muhimi annebabadan full destek almayi basaran sansli azinliktan degilseniz ne olmak istiyorum sorusunu mumkun mertebe es gecip ne olmaliyim’a odaklanirdiniz. Ve bu durum bugun ‘yahu ben ne salakmisim da kalkip isletme okumusum, ne akla hizmet” diyen bir guruh yaratmistir. 35-40 yasindan sonra yepyeni bir kariyer pesinde kosarak okullar kurslar yapip rotayi degistirmeye calisanlarimiz bir yana, bir de artik isi, yasami degistirebilme luksune sahip olmayan, bogazina kadar batmis olanlarimiz var kamyon dolusu. Istedigin isi yapmak, yaptigindan zevk almak gibi kavramlar henuz emeklemekteydi. Biz arkadan, etegin ucundan yakalamak zorunda kaldik, bedelleri de ucundan ucundan bogurerek odemek kaydiyla.

Kimi becerdi, kimi bozuntuya vermiyor ama fena cuvalladi. Aile kurmak coluk cocuk yapmak, yeterli para kazanmanin mutlu olmak icin yetecegine inandirildik biz. Isin tuhafi yetiyordu da. Degisen sey zaten bunlarin yetersiz kalmasi oldu. Bu noktada bizim jenerasyon saskolozladi. Kisisel potansiyelini yasayamayan insanin mutlu olamadigina dair veri yoktu. Bu veri cikti, bilinclenildi, her sey mumkun hale geldi. E o zaman da bizler yahu ne salakca isler etmisim adli pismanlik hendegine yuvarlandik. Halbuki isler oyleydi o zamanlar. O yillar firtina oncesi sessizlikti, ongoru sifirdi , yurtidisiyla dunyayla baglanti zayifti. Isin dogrusu halen de cok zayifya. Her kosede starbucks acilmasi, aman da ne modern dekorasyonlu ofisler, ikeadan mutfaklar bizi dunyaya baglasa ya. Yaa keske.


Etrafim sagim solum, son yillarda edindigim 25-30 yas arasi arkadaslarim haric, bu sekil his ve dusunceler icinde olan insanlarla dolu. Su anda gencligini yasayanlar daha mi iyi durumda peki? Bilinclenildi de ne oldu? Bu nesilde de ates yok be kardesim. Ates elementi zayif. Tutku denilen guzel his. Ne ask mesk olayinda var bir tutam ates, ne de bir konu etrafinda. Istisnalari tenzih ediyorum, genel gozlemlerimden seediyorum. Ben bu hadiseye sahip cikiyorum, sonuna kadar burdayim diyebilen bir kadin veya erkek insani cikmiyor bu yeni nesilden. Inanc enerjisi dusuk. Piller zayif. Hadise her sey olabilir, o onemli degil ama yanmiyor icleri herhangi bir sey icin, cayir cayir. Bi tihaflar. Vurduklari yerden ses gelmiyor. Vurmuyorlar da.


Sonuc olarak bizlersek konu bu yazida, bizler evet basabayagi zorlaniyoruz. Bunu inkar edemeyiz. Ama yine de bence arkamiza yaslanip az sekerli turk kahvemizi icebiliriz huzurla.
Cocuklugumuzda cikip sokakta oyunlar oynayabildik, Okul yillarimizda computer basinda takilmak yerine hayati ‘yasayarak’ yasadik. Insanlarla iliski kurduk, bir resim veya isim olarak bilmekten ote. Yuzlerimizi gorduk, sesimizi duyduk birbirimizin. Birlikte zamanlar gecirdik, bos bos da olsa beraber saatlerce takilabildik, ota boka delicesine gulduk. Telefonlarda sabahlara kadar konustuk, klavyeden tus sesi duymak yerine seslerimizi duyduk hep. Asik olduk, kim oldugunu bildigimiz insanlara! Plansiz, usengecsiz. Isteklerimizin hayalini kurmak, kafalarimizin icinde yasayip tuketmek yerine disari cikip yasamaya calistik, ‘gercek’ten. Baska secenegimiz de yoktu, o ayri. Bunlarin degerini hatirlamak onemli. Kattiklarini farketmek. Ovunmek icin veya daha iyi oldugumuz icin degil, kendimizi farkli veya yalniz hissettigimizde iyi gelmesi icin. Einstein ne demis, enformasyon bilgi degildir demis. Ne de guzel etmis.

Cagin bizi kasmasina imkan vermeden yasamali. Bizler bu, tuhaf sekilde zorlayici doneme denk geldiysek vardir bununla da basedecek gucumuz.
Bu da yeni cag bilgilerinden, buyrun burdan yakin. Ha bir de bu konu var (kisisel gelisim adli yeni cag transsasasyonel akimi), onu da artik bir daha ki sefere irdelerim. Isvicreli bilimadamlarina danistim ne diyorsunuz dedim bu konuda. Pek girmek istemediler. Onlar da bi tihaf insanlar.

Petek Erim
Hillsider Dergisi, Haziran 2010 sayisi icin

21 Ocak 2010 Perşembe

Annem, Cesaret, Cicilik ve Yoga

Yalnizlik paylasilmaz, paylasilirsa yalnizlik olmaz.
Annemsiz 1 aydan fazla zaman oldu. Yalnizim,. Annem oldugunda oldugumdan daha yalnizim. Onu dusunerek geciyor gunlerim, gecelerim. Annemin artik olmadigini bilerek, bu bilgiye alismaya calisarak..fazla da alismak istemeyerek. Annem nerde simdi? Benim annem..

Aklim hemen babama kayiveriyor. Babam..benim guzel, zarif, comert, buyuk yurekli babam…O kalsin hep..yasadikca yasayalim..babam…

Ben…Levent’teki evinde Bodrum’dan aldigi kabak lambalari yeni monte ettirmis, onlarin isiginda yazan ben. Ezel’i seyretmis, ordan duydugu eski bir cumleyi bu yaziya baslangic lafi etmis, ogleden sonra uyumus, fastfood macrobiotic yemegini yemis, yapilacak isleri tane tane yapmaya eyvallah demis ben..Bu benle iyi gidiyor simdilik. Ev temiz filan..Idare ediyoruz. Kotu oldu idare ediyoruz demem. Idare etmekten fazlasi bu. Iyiyiz. Bizler burda bir kac kisiyiz. Insanlarin beni sevmesine eskisi kadar bagimli hissetmeyen benle hisseden ben arasinda gidip gelen bir baska ben var, benden ileri.
Erkekler..Tanu..Richie..Fu
at...bunlar var erkek deyince akla gelen. Bunlar erkek de hakikaten..tanidigim en erkek erkekler bunlar. En buyuk meziyetleri, bana bunu soyeleten, cesaretleri. Yasarken dururken, severken..,cesurlar..ben korkak miyim da cesareti bu kadar ovuyorum, begeniyorum. Nedir cesaret ki? Belki de herseyi kitabina uygun yapmaktir cesaret..ben nedense asi ruhlari kitaba uymayanlari sevdim hep…onlari takdir ettim. Kendini yakmaktan kimseyi yakmaktan korkmayanlari begendim. Ama vicdanlilarini. Kafayi, kalbi siyirmamis olanlarini. Hala da oyle begeniyorum ki…daha cok begenemem.

Yogaya daldim, bu da cesaret isi gibi geldi bana. O zaman. Simdi oysa neler oldu…cici bici biri mi oldum? Cicilik ne, cesaret ne..ciciler cesur olamaz mi? hayir olamaz. Ciciler cesur olmadiklari icin cicidirler. Yoksa kim gercekten cici ki, hic kimse.

Yillar once benim icin cici bi kiz cok diyen arkdasimin erkek arkadasi geldi aklima..ne cesaret!!! Ayni yastaki birine taa 15 yasinda cici demek ne de buyuk bi hiyarantoluk. Cesaret duzeyinde. Ya da benim tatli arkadasim erkek arkadasinin bana iltifatini boyle aksettirdi ki fazla sevinmiyim. Buyuk ihtimal budur. Ikinci agizdan laf bu kadar olur iste. Gercegi hic bir zaman ogrenemeyecegiz. Hala aklimda olmasi iyiye isaret degil. Demek ki hislerim bana burda dur demisler. Durmusuz da o arkadas da sonradan patlak cikti zaten. Demek ki durmak lazimmis.

Yazicam.. Zeynep bana yoga yolumu yazmami onerdi. Hosuma gitti oneri. Zeynep’in sevgisi hosuma gitti asil. Oylemesine demedi diye.
Yoga yolu nedir bilmiyorum ama yoga hocasi oldugum icin bu yolu secmis gorunuyorum. Bu yol da diger yollar gibi yol mol degil. Hayatin goturdugu bir nokta. Getirdigi ve de.
Yoga yoluna girmek sanki baska bir yola girmekten daha enteresanmis gibi..halbuki degil. Cunku bir sirkette calismak da son derece sanki secimmis gibi gozuken ama kendi kendini secmis baska bir yol. Bunlara yol demek de cok kol!?…yol diyince sanki girilen gidilen bir duzlem bu. Degil ki..bugun yoga yarin deniz.
Bunlar ayri gozuken hayatlar. Hayat biz olmadan yasamiyor. Hayat hayattaysa biz variz diye. Hayatin yolu da varsa eger hayttan ayri olarak bir yol, bu sekilde bakinca olmamis oluyor. Hayat iste..ne yolu. Hayati yasar iken yapilan bir takim hareketler bir duzlem iluzyonu yaratabiliyor. Karman corman kaotik bir donguleme sistemi icindeyken ben yoga yolundayim dersem ne diyorsun be ablacim demezler mi adama? (Deniyoruz bir seyler de gec. Ufak oynamali, ailemden olmasa da kendiligimden bunu anladim gordum ben. Bu da yalan oldu. Buna girmiycem).
Derler. Onlar demeden ben diyorum. Yoga bir yol degil. Bir metod. Bu metodu uygulamaya calisirken cok vakit gectigi icin hayatta muhim bir kavsaktan bir donemece girilmis de bilmemneymis hissi olusabilir. Ozellikle yeni yogiler, tazeler hissedebilir, sanabilir bunu. Varsin sansinlar. Kime ne zarari var. Aci olan benim anladigim seyi anlamak bence. Yol mol olmadigini.
Nasil da ici doldurulamaz bir arayis icinde oldugumu daha da farketmek. Aski ozlemek. Aski.
O yol bu yol derken gecen omur ve annemi kaybetmek bu sozde tesellilerin dibine dari ekti. Her seyi kucumseyerek bir seye varamayacagimi biliyorum ve isin asli o kucumsedigim seyler en sevdiklerim.
Bunlara insanlar da dahil bile diycem iki yukari cikip. Degil tabii, kismen..
Kaldim mi hayatimla tek basima. Kime aglamali, matin uzerine cikmaktan korkar oldum.
Simdi bana Patanjali gelmis sen herseyle butunsun, zihin bolucu demis kac yazar ki..Ayrica kendisine ne kadar da mutesekkirim boyle iki kelimeyle harcarken vicdanim sizliyor. Ampul elektrik akimi degildir, ampuldur demis. Patanjali zamaninda ampul var miydi..yeni bir yorumunu okumusum sutralarin zaar. Sutra yazarken (simdi duzelttim de) ilk olarak zutra yazdim, iyice rezil oldu her sey. Diyecegimi unuttum. Devami vardi. Baslarim akimina.

Patanjali demis, Osho demis, Donna demis, Svagito demis..ben de dicem bir seyler. Diyecegim ki kim ne derse desin benim kalbim yaniyor. Icim hungur hungur agliyor. Sonra bir anda nese doluyorum. Annemin sevgisini, onsuz bin yil yasasam da hic kaybetmeyecegimi biliyorum…rahatliyorum…nasil da bebeklik haline takili kalmisiz sevgi deyince. Annem annem diye agliyorum. Beni seven annem…kalk kendine sahip cik be kizim..seviceksen sev..sen bir tanesin…bak ne de guzel yaziyorsun..geceni yararli bir aktiviteyle gecirmektesin..Yardim ediyor mu? Ediyor gibi. Etmese de boyle diyebilirim..cevaplar gittikce bugulanmakta epeydir..hislerle baglantisini olcmeye calistigimda degiskenlikleri oyle hizli ki en iyisi bir sey yazmiyayim diyesi oluyorum.
Gencligimdeki eminlige hasret kalabiliyorum bazen.
Yazsam okur mu duvarlar?